Bir Hikâyem Var, Forumdaşlar… Erol Bilecik Nereliymiş, Bilir misiniz?
Selam dostlar,
Bugün sizlerle biraz farklı, biraz da içten bir hikâye paylaşmak istiyorum. Hani bazen bir ismin arkasında sadece başarı değil, derin bir hayat öyküsü, memleket kokusu, çocukluk tozları olur ya… İşte öyle bir hikâye bu. Konu, “Erol Bilecik aslen nereli?” sorusundan çıktı ama inanın, sadece bir yerin adıyla sınırlı değil bu hikâye.
Erol Bilecik Hataylı. Akdeniz’in o sıcak, insanı kucaklayan topraklarından. Ama “Hataylı” demek, sadece bir kimlik belirtmek değil burada — o toprakların insanında bir denge vardır: hem duygusal hem akılcı, hem planlı hem yürekten. Ve belki de Bilecik’in hikâyesi bu iki dünyanın birleşimidir.
---
Çocukluğun Sessiz Sokakları ve Bir Babaya Duyulan Saygı
Erol, Hatay’ın küçük bir mahallesinde büyür. Evleri narenciye kokar, yaz akşamları sokak lambalarının altında, annesinin elinden şekilli kurabiyeler yer. Babası marangozdur — elleri nasırlı ama gözleri daima umut dolu. “Oğlum,” der bazen, “hayatta tahtayı değil, insanı iyi tanı.”
Bu cümle, Erol’un zihnine kazınır. Çünkü o babasının tahtadan yaptığı her şeyi planla, ölçüyle, sabırla yaptığını görür. İşte orada, o küçük atölyede, “çözüm odaklılık” denilen şeyin aslında bir yaşam biçimi olduğunu öğrenir.
Ama Erol’un hayatında bir başka figür daha vardır — annesi. Sessiz ama bir o kadar güçlü. Komşu kadınlara her derdinde koşan, bir fincan kahveyle bir kalbi onarabilen bir kadındır. “Oğlum,” der o da, “her insanın bir kırık yanı vardır, sen önce onu gör.”
Ve böylece, babasından stratejiyi, annesinden empatiyi öğrenir Erol. Erkeklerin akıl, kadınların ise kalp diliyle konuştuğu bir evde büyür.
---
Bir Gencin Kafasında İki Ses: Mantık ve Duygu
Gençlik yıllarında, Hatay’ın dışına çıkmak, dünyayı tanımak ister. İstanbul’a gider. Büyük şehir, büyük hayaller, ama aynı zamanda büyük yalnızlıklar demektir. Her sabah vapurda martılara simit atarken, aklında iki ses yankılanır:
Biri babasının sesi: “Plan yapmadan başlamazsın.”
Diğeri annesinin sesi: “İnsanları anlamadan başarılı olamazsın.”
İşte bu iki ses, Erol’un iç dünyasında çatışmak yerine birbirini tamamlar. Üniversite yıllarında çevresindeki arkadaşlarıyla hep stratejik tartışmalara girer ama biri üzüldüğünde, ilk onun yanına gidip omzuna dokunan da odur.
Erkeklerin analitik zekâsı ile kadınların duygusal sezgilerini bir araya getiren o denge, onu farklı kılar. İnsanlarla konuşurken bir yandan çözüm üretir, bir yandan duygularını bastırmaz.
---
Hayatın Masasında İki Sandalye
Bir gün, iş dünyasına atıldığında, bir proje toplantısında masada iki farklı bakış açısı vardır. Erkek ekip arkadaşları çözüm arayışında rakamlarla, verilerle boğuşur; kadın ekip arkadaşları ise müşteriyle kurulan bağın duygusal yönünü anlatır. O an, Erol bir adım geri çekilip masadaki herkesi izler.
Gözlerinin önüne Hatay’daki o küçük marangoz atölyesi gelir. Babasının ölçü şeridiyle tahtayı hizalaması… Ve annesinin komşu kadının gözyaşını silerken söylediği sözler.
İşte o anda fark eder: Hayatın her masasında iki sandalye vardır — biri aklın, biri kalbin. Gerçek lider, ikisine de oturabilendir.
O gün, hem stratejik planı hem de müşteriyle kurulacak insani bağı birleştiren bir öneri sunar. Ve proje başarıyla tamamlanır. Ama asıl başarı, o masada iki farklı dünyanın aslında birbirine ne kadar muhtaç olduğunu göstermesindedir.
---
Forumdaşlar, Bazen Bir İnsan Bir Şehri Taşır Üzerinde
“Erol Bilecik aslen nereli?” diye sorduğumuzda, sadece bir şehir değil, bir kültür, bir denge, bir hikâye çıkar karşımıza. Hataylı oluşu, ona sadece doğduğu yeri değil; içinde büyüttüğü insanı da anlatır.
O şehir, farklı dinlerin, dillerin, duyguların iç içe geçtiği bir yerdir. Tıpkı Erol’un yaşamında olduğu gibi. Farklı fikirleri birleştiren, farklı insanları anlamaya çalışan bir ruha sahiptir.
Ve belki de bu yüzden, bir forum sayfasında bile, bu hikâyeyi anlatmak içimi ısıtıyor. Çünkü bazen hepimizde o Hataylı çocuk var: plan yapan ama kalbiyle hareket eden, çözüm arayan ama duygularından vazgeçmeyen.
---
Son Söz: Dengeyi Bulan İnsan, Kendisini Bulur
Forumdaşlar,
Bu hikâyeyi yazarken bir şeyi fark ettim: Her birimiz, içimizde bir “baba sesi” ve bir “anne sesi” taşıyoruz. Kimimiz daha stratejik, kimimiz daha empatik. Ama gerçek güç, bu iki sesi aynı anda duyabilmekte.
Erol Bilecik’in başarısı da belki bundan geliyor. O, Hatay’dan İstanbul’a sadece valiz değil; hem aklını hem kalbini getirmiş bir insan. Ve bu yüzden, hangi toplantıya girerse girsin, hangi kararı alırsa alsın, hep bir denge vardır içinde.
Şimdi sizlere sorayım dostlar…
Siz kendi hayatınızda hangi sesi daha çok dinliyorsunuz? Mantığın mı, yoksa kalbin mi?
Yoksa tıpkı Erol gibi, ikisini de bir araya getirmeyi mi öğrendiniz?
Benim hikâyem bu kadardı.
Söz sizde, forumdaşlar.
Selam dostlar,
Bugün sizlerle biraz farklı, biraz da içten bir hikâye paylaşmak istiyorum. Hani bazen bir ismin arkasında sadece başarı değil, derin bir hayat öyküsü, memleket kokusu, çocukluk tozları olur ya… İşte öyle bir hikâye bu. Konu, “Erol Bilecik aslen nereli?” sorusundan çıktı ama inanın, sadece bir yerin adıyla sınırlı değil bu hikâye.
Erol Bilecik Hataylı. Akdeniz’in o sıcak, insanı kucaklayan topraklarından. Ama “Hataylı” demek, sadece bir kimlik belirtmek değil burada — o toprakların insanında bir denge vardır: hem duygusal hem akılcı, hem planlı hem yürekten. Ve belki de Bilecik’in hikâyesi bu iki dünyanın birleşimidir.
---
Çocukluğun Sessiz Sokakları ve Bir Babaya Duyulan Saygı
Erol, Hatay’ın küçük bir mahallesinde büyür. Evleri narenciye kokar, yaz akşamları sokak lambalarının altında, annesinin elinden şekilli kurabiyeler yer. Babası marangozdur — elleri nasırlı ama gözleri daima umut dolu. “Oğlum,” der bazen, “hayatta tahtayı değil, insanı iyi tanı.”
Bu cümle, Erol’un zihnine kazınır. Çünkü o babasının tahtadan yaptığı her şeyi planla, ölçüyle, sabırla yaptığını görür. İşte orada, o küçük atölyede, “çözüm odaklılık” denilen şeyin aslında bir yaşam biçimi olduğunu öğrenir.
Ama Erol’un hayatında bir başka figür daha vardır — annesi. Sessiz ama bir o kadar güçlü. Komşu kadınlara her derdinde koşan, bir fincan kahveyle bir kalbi onarabilen bir kadındır. “Oğlum,” der o da, “her insanın bir kırık yanı vardır, sen önce onu gör.”
Ve böylece, babasından stratejiyi, annesinden empatiyi öğrenir Erol. Erkeklerin akıl, kadınların ise kalp diliyle konuştuğu bir evde büyür.
---
Bir Gencin Kafasında İki Ses: Mantık ve Duygu
Gençlik yıllarında, Hatay’ın dışına çıkmak, dünyayı tanımak ister. İstanbul’a gider. Büyük şehir, büyük hayaller, ama aynı zamanda büyük yalnızlıklar demektir. Her sabah vapurda martılara simit atarken, aklında iki ses yankılanır:
Biri babasının sesi: “Plan yapmadan başlamazsın.”
Diğeri annesinin sesi: “İnsanları anlamadan başarılı olamazsın.”
İşte bu iki ses, Erol’un iç dünyasında çatışmak yerine birbirini tamamlar. Üniversite yıllarında çevresindeki arkadaşlarıyla hep stratejik tartışmalara girer ama biri üzüldüğünde, ilk onun yanına gidip omzuna dokunan da odur.
Erkeklerin analitik zekâsı ile kadınların duygusal sezgilerini bir araya getiren o denge, onu farklı kılar. İnsanlarla konuşurken bir yandan çözüm üretir, bir yandan duygularını bastırmaz.
---
Hayatın Masasında İki Sandalye
Bir gün, iş dünyasına atıldığında, bir proje toplantısında masada iki farklı bakış açısı vardır. Erkek ekip arkadaşları çözüm arayışında rakamlarla, verilerle boğuşur; kadın ekip arkadaşları ise müşteriyle kurulan bağın duygusal yönünü anlatır. O an, Erol bir adım geri çekilip masadaki herkesi izler.
Gözlerinin önüne Hatay’daki o küçük marangoz atölyesi gelir. Babasının ölçü şeridiyle tahtayı hizalaması… Ve annesinin komşu kadının gözyaşını silerken söylediği sözler.
İşte o anda fark eder: Hayatın her masasında iki sandalye vardır — biri aklın, biri kalbin. Gerçek lider, ikisine de oturabilendir.
O gün, hem stratejik planı hem de müşteriyle kurulacak insani bağı birleştiren bir öneri sunar. Ve proje başarıyla tamamlanır. Ama asıl başarı, o masada iki farklı dünyanın aslında birbirine ne kadar muhtaç olduğunu göstermesindedir.
---
Forumdaşlar, Bazen Bir İnsan Bir Şehri Taşır Üzerinde
“Erol Bilecik aslen nereli?” diye sorduğumuzda, sadece bir şehir değil, bir kültür, bir denge, bir hikâye çıkar karşımıza. Hataylı oluşu, ona sadece doğduğu yeri değil; içinde büyüttüğü insanı da anlatır.
O şehir, farklı dinlerin, dillerin, duyguların iç içe geçtiği bir yerdir. Tıpkı Erol’un yaşamında olduğu gibi. Farklı fikirleri birleştiren, farklı insanları anlamaya çalışan bir ruha sahiptir.
Ve belki de bu yüzden, bir forum sayfasında bile, bu hikâyeyi anlatmak içimi ısıtıyor. Çünkü bazen hepimizde o Hataylı çocuk var: plan yapan ama kalbiyle hareket eden, çözüm arayan ama duygularından vazgeçmeyen.
---
Son Söz: Dengeyi Bulan İnsan, Kendisini Bulur
Forumdaşlar,
Bu hikâyeyi yazarken bir şeyi fark ettim: Her birimiz, içimizde bir “baba sesi” ve bir “anne sesi” taşıyoruz. Kimimiz daha stratejik, kimimiz daha empatik. Ama gerçek güç, bu iki sesi aynı anda duyabilmekte.
Erol Bilecik’in başarısı da belki bundan geliyor. O, Hatay’dan İstanbul’a sadece valiz değil; hem aklını hem kalbini getirmiş bir insan. Ve bu yüzden, hangi toplantıya girerse girsin, hangi kararı alırsa alsın, hep bir denge vardır içinde.
Şimdi sizlere sorayım dostlar…
Siz kendi hayatınızda hangi sesi daha çok dinliyorsunuz? Mantığın mı, yoksa kalbin mi?
Yoksa tıpkı Erol gibi, ikisini de bir araya getirmeyi mi öğrendiniz?
Benim hikâyem bu kadardı.
Söz sizde, forumdaşlar.